13 Aralık 2011 Salı

Alanya, Alanya.....

Çok heves ettim yazmak için, ama ilk yazımdan sonra nasılda unutmuşum buraları? Ahmet Hoca "Blog Yazılacaaak" diye ferman buyurmuş, o zaman benim de bir şeyler karalamamın vakti gelmiş demektir :)  Çok fazla ilginç ve komik anım var, ama en büyük problem veritabanıma sorgumu yolladığım zaman hepsini eksik getirmesi, zaten burayı açmamdaki amaç buydu. Ama taşlar yavaş yavaş yerine oturacak :)

Şimdi Anamur'daki arkadaşlarıma gitmek istiyorum, aslında başrolde en yakın arkadaşım Ozan var. Bizim oranın gençlerinde vardır; "Hadi Alanya'ya gidip gezelim" muhabbeti. Bunu gerçekleştirmek hem yorucudur, hem de gereksiz, ama 10 yıldır yaşadığın 50bin nüfuslu bir şehirde ne kadar eğlenebilirsiniz ki, farklı bir şeyler olması şart değil mi? Başka mantıklı bir sebep göremiyorum açıkçası.

Fengchi... Muhtemelen bir çok insan bu markayı duymadı. O kadar kaliteli değil, motorları hantal ve biçimsiz, sürat ve toplam hızı ise vasatı aşamamış bir motorsiklet markası. Ama benim gözümde macera anlamına geldiğini söyleyebilirim. Hakkını yemek istemiyorum, "düldül" misyonunu fazlasıyla tamamladı bu minik metal yığını :)

















 Çok sıcak bir yaz günü, muhtemelen ağustosun ortalarındayız. Telefonun sesine uyanıyorum. Telefonun diğer ucunda her sabah erken kalkan Ozan, "Orta hadi kalkta Alanya'ya gidelim." diyor, sanki sürekli yaptığımız bir eylemmiş gibi :) Tamam ortak ben bi yarım saate hazırlanırım diyorum. Arada şifreli konuşuluyor ve yalanlar hazırlanıyor, çünkü kimsenin bunu öğrenmesini istemiyoruz :) Saat 10 gibi Ozan bize geliyor, beni alıyor. Ören yolundan yardırmaya başlıyoruz. ilk 3 kilometre çok komik geliyor ikimize de sürekli gülüyoruz. Eğer Antalya-Mersin arasını gittiyseniz muhtemelen oradaki falezleri, uçurumları, keskin ve eğimli virajları, çok eskiden kalmış ve bazı yerlerinde 2 büyük aracın beraber geçemediği yolu hatırlıyorsunuzdur. Biz ise altımızda Ozan'ın "canafarı" ile bu yolları aşmaya başlamıştık bile. İkimiz bir araya geldiğinde sürekli konuşacak bir şeyler üretiriz, o yüzden 3 saatlik yolun bir dakikası bile sıkıcı gelmedi.  :)  İlk yarım saat sonunda Fengchi üzerinde güneş gözlükleriyle yarı çıplak 2 genç olarak tam turist moduna girdik. Ama düşünemediğimiz bir nokta vardı: Güneş en tepeden bize el sallarken biz yer fıstıkları gibi kavruluyorduk :P . Sağımızda dağ, solumuzda ise uçurum olmasını olumsuzluk olarak saymıyorum bile, aksine işin manzarasındayız biz :)  Yol kenarındaki gölgelere sığınıp mavinin uçsuz ve bucaksız derinliklerinde kaybolmak için yeterince yer mevcut.



 Neredeyse tüm yol boyunca böyle gidiyoruz ama planlamadığımız bir şey vardı. Açıkta olan sol tarafımız kıpkırmızı olmuşken, sağ tarafımız bir İskandinav teni gibi beyaz kalmıştı. :) Bir de motosiklet üzerinde arkada oturuyorsanız sürekli önünüzdeki kişinin konuşma çabasının ve hevesinin getirdiği salya yağmuruna maruz kalabiliyorsunuz :P

 Alanya'ya 30 km kalana kadar bir problemimiz yoktu. Bir benzin istasyonunda durunca aç, susuz ve ihtiyaçlarımız olduğumuzu fark anca fark edebildik. :) Tabi 2 saat yoldan sonra ben her zamanki gibi "Oğlum biz deli miyiz?, neden böyle bir şey yaptık?" gibi klasiklerime başlamıştım, zora geldim mi sürekli yaparım :) Ozan bu konuda sabırlıdır, gerçi benim de fazlasıyla nazım geçiyor diye düşünüyorum, yanılıyor muyum acaba? :P Kabul ediyorum, her şeye rağmen kesinlikle değerdi ama bir daha yapacağımın garantisini veremem. :)

Sadece yol maceramı paylaşmak istedim, sonrakiler bir şehirde yapılabilecek sıradan işler. Sonuç olarak yine azıcık para ve biraz cesaret ile yine kendi maceramızı yaratmıştık, akşama kadar gezdik ve Alanya'nın tadını çıkarttık. Bu arada dönerken Fengchi bendeydi ve ilk defa bir motorlu taşıtı şehirler arası kullanıyordum, o 3 saatlik zevk paha biçilemezdi diyebilirim. :)

Yıllar sonra farkedilen detay: Benim bu çocukla çok çok çok az fotografım varmış....

19 Ağustos 2011 Cuma

Hippi Style

     Önce 3 ay geriye gitmem gerekiyor. Heavy Metal akımı beni daha lisedeyken etkilemiş, insanların aşırı gürültülü olarak nitelendirdiği şey benim gelecekte onlar gibi olma hayallerimi süslüyordu. Mart ayında alacağım krediyi sabırsızlıkla beklemeye başlamış, 5 Martta daha sahne alacak isimlerin yarısı açıklanmamış olmasına rağmen ben gelecek gruplar hakkında çıkan dedikoduların vermiş olduğu haz duygusuyla kendimi masallar dünyasına atıvermiştim. Önce Kirk ve James İstanbul'da olacak, bunun üstüne Till ateş çıkartan oyuncaklarını bizim üzerimizde kullanıcak dediler biz kendimizden geçtik :)
















   

   
     Tabi bunun için hemen bir şeyler yapmam gerekiyordu. 5 Martta biletler satışa çıktı, ben ise 2 gün sonra ise yağmurun altında Ziraat Bankasının önünde sıraya geçtim. Hatırlıyorum çok fazla yağmur vardı. Üzerim sırılsıklamdı ve tüm giysilerim su tutuyordu. o an beni sırada tutan şey sırada dinlediğim müziği canlı duyma isteğiydi. Planım belliydi; krediden saha içi biletimi alacağım ve o ayı borçla harçla geçirecektim. Nisanda ise bir iş bulurum ve açığı kapatırım diye düşünüyordum böylelikle bizimkilere haber vermeden ve ekstra bir masraf çıkartmadan  bu olayı bitirecektim ve haziran masalının gelmesini bekleyecektim. En sonunda parayı çektim, tramvaya bindim. Islak insanların tramvaydaki ağır kokusuna ilk defa aldırış etmiyordum heyecanlıydım çünkü. Karaköy'de indikten sonra Tünel yokuşunu çıkarak İstiklal Kitabevine gitmeyi planlıyordum. Ben çıktıkça yokuş daha da dikleşiyordu sanki. Bir an biletlerin bitebileceği izlenimine bile kapıldım oysaki daha satılmaya başlayalı 2 gün olmuştu :) O yokuşu çıkarken aklımda kalan iki şey var; birincisi yağmur yüzünden her an kayıp düşebileceğim, ikincisi ise çalan şarkının Wherever I May Roam olduğuydu. Hızlı ve ritme uyan adımlar ile İstiklal Kitabevine ulaştım ve içeride Biletix satış noktasına geldim. Heyecanlıydım, bir an önce biletimi elime almak istiyordum. Satış elemanından bir tane saha içi bilet istedim. İşlemleri yaparken "Yoksa bitmiş mi abi ?" dediğimi hatırlıyorum ama ben gittiğimde daha %10'u satılmıştı :) Adam parayı aldı, "Doyumsuz herifler yine insanları  sömürüyorlar" dedi. Ben adamı kafam ile tasdiklemiştim ama dedikleri umurumda değildi çünkü bir kulağımda müzik devam ediyordu ve ben biletimi almıştım, mutluydum. O mutluluk beni 1 hafta kadar götürdü sanırım :)
     Kolay kısmı halletmiştim, geriye zor olan çalışmak kısmı kalıyordu. Nisan ayı yaptığım kısıntılar ile çok zor geçmişti, zaten aldığım para çok değildi. O açığımı da Ülker fabrikasında 5 gün jelibon kolileyerek kapatmıştım.




     Gereken tüm hazırlıklar yapılmıştı ve artık geri sayım vakti gelmişti.

     Konsere 3 hafta kala sınavlar bitmişti. Ben 3 gün sürecek konser döneminin son gecesinde  dönmeyi planlıyordum. Ama eski neşem yoktu, sanki konserden istediğim hazzı alamayacak gibiydim. Kafamı karıştıran bir şey vardı, eski hayallerim depreşmişti. Birkaç sene öncesinden bir hayalim vardı ve onu gerçekleştirmek istiyordum. Nedense bir anda festival fikrinden soğumuştum, artık kendime bir elektro gitar almak istiyordum. Hayatımda kararsız bir döneme girmiştim. Bileti satmazsam gitar almadığım için pişman olcaktım ve yazım boş geçecekti, Gitar alırsam bu grupları bir daha göremeyebilirdim. Çaresizce internet sitelerinde ikinci el gitarlara bakmaya başladım ama kararsızlığım devam ediyordu. Güzel bir tane bulmuştum ama Balıkesir'deydi. İstanbul'da da vardı ama aradığım özellikleri onda bulamamıştım. Ve bir an deli damarım tuttu, kafamda küçük ve çılgınca planlar kurmaya başladım :)  Planım şuydu; önce bileti satacaktım, üstüne biraz daha para koyarak Balıkesir'deki gitarı alacaktım... Koyu yeşildi 2002'den bu yana bir benzeri daha üretilmiyordu ve sahibi gitarın çok sağlam olduğunu söylüyordu. Festival biletini bir şekilde elden çıkarttım ve konsere bir hafta kala yola çıkmaya karar verdim. Gerekli araştırmalar yapılmıştı; önce sabah 7.30'da Balıkesir otobüsüne binip gitarı alacaktım, oradan İzmir'e geçip saat 5'teki İzmir-Anamur otobüsüne binecektim ve sweet home diyecektim:)
 
     Paramı ucu ucuna ayarlamıştım, çıkacak en küçük bir aksilikte herhangi bir şehirde mahsur kalacaktım ve hiçbir güvencem de yoktu :) Ama deli cesareti işte hiç bu olasılığı düşünmüyordum. Bavulumu erkende yolladım, İzimir-Anamur bileti aldım ve maceranın geleceği günü beklemeye başladım.

     19 Haziran saat 7.05'de uyuyakalarak ilk aksilik merhaba demişti. Otobüsün kalkmasına 25 dakika kalmıştı ve ben gece 3 civarı uyuduğum için kalkamamam doğaldı :) Hemen hazırlanmaya başladım, yanımda sadece içinde birkaç parça giysi bulunan bir poşet vardı. Hemen o poşeti alarak metroya doğru koşmaya başladım, bir yandan da birşey unuttum mu diye üzerimi kontrol ediyordum. Tam turnikelere geçtiğimde telefonun olmadığını farkettim ama turnikeden geçmiştim. Hemen güvenliğe 5 saniye gibi kısa bir zamanda durumu izah ederek tekrar girip giremeyeceğimi sordum o da bir problem olmayacağını söyledi. Tekrar koşarak odaya çıktım ve telefonu aradım ama hiçbir yerde yoktu. sonra şeytan dürttü, acaba poşetin içinde miydi diye bir şüphe oluştu içimde. Vakit kaybetmeden tekrar metroya istasyonuna indim ve metroyu beklemeye başladım. Telefon yoktu ve otobüsün 15 dakikası vardı. Daha başlarken aksilikler kendini göstermeye başlamıştı. Metro geldi ve beni 07.35'te otogara getirdi. Geç kalmıştım. Koşarak otobüsün olduğu yere gittim, haliyle otobüs yoktu. Hemen ordaki firma yetkililerine param olmadığını, eğer o otobüse binemezsem eve en az 2 hafta daha gidemeyeceğimi açıkladım. Zaten telaşım ve sesimdeki titreme insanları ikna etmeye yetmişti. Orada çalışan genç bir adam yüreğime su serpen cümleleri kullandı. Otobüs bir sonraki bekleme yerinde 15 dakika bekleyecekti ve ben bir sonraki otobüse binip Alibeyköy'de kendi otobüsüme binecektim. Hemen otobüse atladım. Alibeyköy'de bekleyen gergin insanların bakışları arasında kendi koltuğuma geçtim. Sonra birisi geldi, otobüsü kaçıran sen miydin dedi ve gülümsemeye başladı, o zamana kadar minik bir tebessüm görmenin beni bu kadar mutlu edeceğini tahmin etmemiştim. Tabi otobüse binince aklıma ilk gelen şey telefonun akıbetiydi. Çok telaşlı değildim çünkü yurttan bir arkadaş birkaç gün sonra Anamur'a gelecekti, getirir diye düşünüyordum; rahattım yani. Ama biraz sonra acı gerçek aklıma geldi; Balıkesir'deki adamın nasıl bir tipi olacağını bilmiyordum ve ne zaman geleceğini de bilmiyordum çünkü inmeden hemen önce adamı arayacaktım. Hemen aklımda planlar kurmaya başladım ama çok fazla bir seçeneğim yoktu.  Açıkçası biraz da oluruna bırakmayı tercih ettim. Balıkesir'e geldiğimde hemen bir internet kafe buldum ve ordan satış yapılan siteden adamın telefonunu aldım. Sonra kontörlü telefon ararken kapıda uzun saçlı sırtında gitar olan birini gördüm ve hemen koşa koşa yanına gittim. O da benim alıcı olduğumu anlamıştı ve ohh be diyişini hissetmiştim. Veysel abi beni yaklaşık 2 saat kadar beklemiş. 28 yaşında müziğe gönül veren Anadolu insanlarından. Babası da kapıda bekliyordu. Babasının yüzünde çok beklemenin getirmiş olduğu gerginliğini hissedebiliyordum. Bizi bir yere bıraktı, biz de gitarı denemeye koyulduk. Tam tahmin ettiğim gibiydi, koyu yeşil renginin büyüleyici etkisini gözlerimle de görmüştüm. Ağacı kurumuş, tonları oturmuştu. Fabrika çıkışı Kore olduğu için nispeten kaliteliydi ve 10 yılı devirmesine rağmen görünüşünde problem olmaması da beni mutlu etmişti. Zaten almadan önce telefonla konuşurken bunları duyuyorsunuz ama hissetmenin yerini kesinlikle tutmuyor. Anlaştığımız parayı verdim ama ben de para kalmamıştı, bir tek Balıkesir-İzmir arası otobüs biletinin parası vardı kartımda. Veysel abi sanırım bunu bir şekilde hissetti ve sen o kadar yoldan geldin şu 5 TL bari yanında bulunsun dedi parayı eksik aldı sağolsun :) Normal bir zamanda 5 TLye o kadar tamah edilmese de ben o parayı aldığımda kendimi çok güvende hissetmiştim, param var diyordum kendime :) Gitarı sırtıma aldım, ilk defa geldiğim Balıkesir caddelerinde yürürken o anın getirmiş olduğu kasılma ile konsere gitmeyerek sanırım doğru olanı yaptım diyordum. Önce otogara yürümeyi düşündüm, 4km olduğunu duyunca bir dolmuşa atladım. Şimdi geriye fazla bir şey kalmamıştı, zor kısmı atlatmıştım. Şimdi bir otobüs bulup İzmir'e geçecektim ve oradan ver elini Anamur diyecektim. Bir otobüse atladım, İzmir'e doğru gitmeye başladım. Tabi otobüse binene kadar açlığımı hissetmemiştim, zaten yemeğe ayıracak fazla bütçem yoktu o yüzden otobüste yaklaşık 7 tane kek yiyerek karnımı doyurdum, zaten mozaik kekler favorimdir :P

     Sonunda kendimi İzmir'e atabilmiştim, deniz havası kendini hissettirmiş ve insanlar sıcakkanlılığını hissettirmeye başlamıştı. Ama daha diğer otobüsün kalkmasına 3 saat vardı. Akıllanmayan ben bir çılgınlık daha yapıp yarım saat uzaklıktaki deniz kenarına inmeye karar verdim. Daha önce saat kulesini görmemiştim ve merak ediyordum elimde değil:) Hemen gerekli araştırmaları yaptım, dolmuşa bineceğim yeri ve hangi dolmuşa bineceğimi öğrendim. Kordon dedikleri yer boydan boya masaların olduğu insanların sohbet ile birlikte biralarını yudumladığı sıcak bir ortamdı. En çok dikkatimi çeken şey ise bir masada gençler alkol ile koyu bir sohbete dalmışken arkasındaki masada çocuklu bir ailenin oturmasıydı. Hoş bir görüntüydü benim için. Sanırım İzmir bu yüzden İzmir'di. Ben saat kulesi çevresinde küçük bir gezintiden sonra yaptığım şey kalan son param ile tavuk adı altında verilen martı döner yemekti. Günahlarını da almak istiyorum ama o kadar ucuza olabileceğini düşünmemiştim :) Ama o açlık, yorgunluk ve züğürtlük sayesinde tadını damağımda bırakmayı başarabildi. :) Karnımı doyurdum, saat kulesini gezdim ve o zaman belirlediğim İzmir'deki misyonlarımı tamamlamış oldum. Otobüs'ün servisi ile otogara geçtim, otobüse bindim ve güzel bir uyku ile sabah Anamur'a ayak bastım.  Happy End :)
:)